Giriş
Ahlaki ve insani değerlerin unutulduğu veya tamamen kaybolmaya yüz tuttuğu farklı zaman dilimlerinde ilahi kudret insanlara peygamberler göndererek ellerinden tutmuştur. Kur'anı Kerim lokal olarak anlatılan bazı değerleri evrensel karaktere/forma dönüştürerek bize aktarır. Çünkü "Doğrusu biz Nuh'u kendi kavmine göndermiştik..." diyerek sadece kendi kavimlerine/toplumlarına gönderilen peygamberlerin mesajlarının günümüze ilahi kudretin eliyle iletilmesi günümüz dünyasına vereceği mesajın olduğu anlamına gelmektedir. Yine geçmiş ümmetlere ait bazı değerlerin akıl tutulması halini yaşayanların "Eskilerin masalları, palavraları..." dediği gibi algılamayıp onları hukukun bir kaynağı olan "Şer'u men kablena şer'un lena ma lem yunseh" yani "Geçmiş toplulukların şeriatları yürürlükten kaldırılmadığı sürece bizim için de hukuki değer ifade eder." şeklinde formüle edilmiştir. İslam âlimlerinin ekseriyeti; gerekli esaslara riayet edilmek şartıyla Kur'an-ı Kerim'in üçte birlik kısmına tekabül eden kıssaların hukuk alanında istifade edilebileceği ve onların içtihat kaynağı olabileceği kanaatindedirler.
İlahi metinler tarihin seyrini değiştirdiği mazlumun elinden tuttuğu içindir ki hem yaşama şansı bulabilmişlerdir, hem de sessiz çoğunluğun vicdanında makes bulmuşlardır. Hz. Nuh'un yaşadığı toplumun elit tabakası sosyal çözülmeye yol açacak ve toplumda krizlere sebep olacak tekliflerde bulunuyorlardı. Bu tekliflerden biri de fakir ve çaresizliğe mahkûm kimselerin dışlanmasıdır. "Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki, biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz." Ayetten anlaşıldığına göre insanları "insan" olma vasfı ile değil sosyal statüleri ile değerlendirmeler tarih boyunca hiç eksik olmamıştır. Hz. Nuh toplumun mağdur ve mazlumlarının kovulmasını isteyenlere verdiği cevap "Ben o iman edenleri kovacak da değilim..." şeklindedir. Tarihi süreçte aynı teklifler Hz. Peygamber (s.a.v.)'e de yapılmıştır. "O halde, Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları[n hiç birini] yanından kovma. Sen onlardan hiçbir şekilde sorumlu değilsin -tıpkı onların da hiçbir şekilde senden sorumlu olmadıkları gibi- bu nedenle onları kovma hakkına sahip değilsin: yoksa zalimlerden olurdun." ayeti Hz. Peygamber (s.a.v.)'in böyle bir taleple karşılaştığını göstermektedir. Fakat ayet Hz. Peygamber (s.a.v.)'in insanlara sosyal statü ve konumlarına göre ayrı muamele yapılması gerektiğine karşı çıkar.
İlk Müslüman cemaat arasında Habbab b. Eret, Bilal-i Habeşi, Ammar b. Yasir, Suheyb er-Rumi (r.anhum) gibi köleler ve fakirler vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamber (a.s.)'e: "Ne o, kavmine bedel bunlara mı razı oldun? Biz onların mı peşinden gideceğiz! Onları yanından uzaklaştırırsan belki biz de sana tabi olabiliriz" demeleri üzerine bu ayet indirildi. İnsanları tarihin arşivinde anlamlı kılan sadece amelleri olmaktadır. Sosyal statü değildir. İnsanların insanlar katında kendilerine biçtiği değerin ilahi irade nezdinde değeri yoktur.
Tarih boyunca toplumun elit, statülerini kaybetmek istemeyen ve statükocu kesimine karşı toplumun alt ve değişimi isteyen halk tabakası hep dönüştürücü ve aktif bir güç olarak rol almışlardır. Kur'an-ı Kerim tarihi olayların toplumda değişim ve dönüşüm meydana getiren karelerine dikkat çekmiştir. Bu anlamı ifade eden karelerin Hz. Adem'den Hz. Peygambere kadar sürekli kendini gösterdiğini görmek mümkündür. Kur'an-ı Kerim tarihe kesik dönemler halinde cereyan eden olaylar olarak bakmaz. Tarihi bir bütün olarak görür. Sadece insanları eğlendirmek, edebi zevklerini tatmin etmek için hiçbir hadise zikredilmez. Kur'an- Kerim;"Sizden önce, Allah'ın koymuş olduğu hayat kanunlarına uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dini yalan sayanların akıbetlerini görün!" derken insanlığın eski dönemlerine ait kalıntıları, ekonomik ve sosyal sistemleri, ahlaki yapıları, tarihi süreçte geçirdikleri krizler ve bunalımların kaynağı ve sebepleri hakkında düşünülmesini istemektedir. Tarihi süreç iyi okunması halinde toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşması ve hayatiyetini devam ettirmesi söz konusu olur. Günümüz dünyasında ellerinden tutulmayan toplumun alt tabakası hep problem üreten bataklık olmaya devam edegelmiştir.
Tarihin lineer çizgi halinde bir toplumu kayırmasının söz konusu olmadığını Kur'an-ı Kerim şöyle anlatmaktadır. "...Zira o (iyi ve kötü) dönemleri biz insanlar arasında döndürür dururuz ki, Allah iman eden kimseleri seçip ayırsın..." diyerek tarihi olayların iyi okunması gerektiğini anlatır. Kur'an-ı Kerim'in verdiği perspektiften tarihi olaylar okunmadığı zaman sağlıklı bir değerlendirme yapılamaz. Kur'an-ı Kerim Hz. Nuh'u, tarihin derinliklerinden alıp hiç eskitmeden adeta canlı panaroma şeklinde bize kadar aktarıyorsa, tarihin arka planının iyi okunması içindir. Bu bazen evrensel nitelikteki bir prensibin öğretilmesine zemin olarak gösterilmekte veya vazedilen bir ilkeyi temellendirmektedir. Geçmişteki malzemeyi alıp bunu evrensel boyutta dillendirme ve taşıma hususu oldukça çaba sarf edilmesi gerektiği açıktır. Bu bazen bir ümit tomurcuğu ve zengin motifler kapsayarak bize tebessüm eder. Hatta tarihi hadiseler çok iyi okunduğunda yeniden ihya ve diriliş tohumları ekmek yolunda, insanları heyecan ve coşkulara boğmakta; en olumsuz koşullarda bile çok şeyin yapılabileceğine dair, insanı iman ve güvenle doldurmaktadır. Bazen de kazandığı perspektifle "Dünya görüşüne sahip olabilmektedir. Sahip olduğu dünya görüşü tarihin ve tarihsel sürecin tarafsız olmadığı sonucuna da götürür. Tarihin akışı kendi başına ahlaki bir araçtır; bu araç yoluyla ahlaki açıdan üstün olanlar zirveye çıkarken, aşağı derecede olanlar dibe çökmektedir. Bu nedenle tarihsel süreç ahlaki anlamda seçmecidir. Kur'an-ı Kerim: "Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme!" der. Yani toplumların ideolojik, sosyal ve ekonomik yapıları, aralarındaki farkı oluşturur. İdealden, ahlaktan ve dinden yoksun, değerlerin aşındığı bir toplumla; salih ideallerle, daha sağlıklı inançlarla yüklü bir topluma, tarihsel sürecin aynı tarzda muamele etmesini beklemek yanlış olur. Çünkü tarih, ahlaki açıdan tarafsız değildir ve sağlıklı bir toplumu, ahlaklı ve toplumsal açıdan sağlıksız olan bir toplumla kesin biçimde ayırır.
İşte tarih öncesi çağlarda muhtemelen M.Ö. 4000'li yıllarda yaşadığı söylenen Hz. Nuh'un hayatı, mücadelesi, kavmiyle olan tartışmaları, kendi ailesi ile olan ilişkileri çok canlı bir şekilde en son mesaj olan Kur'an-ı Kerim tarafından bize aktarılmaktadır. Kur'an-ı Kerim tarafından aktarılan peygamberlerin içinde ençok aktüel hale gelen Hz. Nuh'tur denilebilir. Ancak her nedense Hz. Nuh'un getirdiği insani ve ahlaki değerlerin izlerinden saparak gemisinin izlerini aramak ilahi mesajın arkeolojik araştırmalarda dikkatten kaçtığı/kaçırıldığı gözlemlenmektedir. Halbuki Kur'an-ı Kerim geçmiş peygamberlere ait kıssaları anlatırken zaman ve zemine fazla dikkat çekmemiştir. Çünkü mekâna dikkat çekildiğinde mesajın anlam kaybına uğrayacağı muhakkaktır. Kıssalar dini maksadı gerçekleştirmek, ilahi davetin boyutlarını göstermek, yaratılışın hikmet ve gayesine işaret etmek ve en önemlisi de tarihi süreçte hayatın Allah'tan bağımsız yaşanmayacağını gösteren örneklerdir. Bunlar görülmeyip daha çok sanat kaygısı ile kıssalara bakıldığında, kıssalarda anlam kayması meydana gelir. Kıssaların gündeme getirdiği, hadiseler, şahıslar, dekorlar, motifler çerçevesinde, asla fiktif/itibari/kurmaca ve ütopik unsurlara yer yoktur. Bir tarih sosyolojisi ve toplum düzeneği çıkarmada kıssalardan beklenen büyük rolü besleyen damar ve kaynak da zaten onun bu gerçek fenomenler ile olan içiçeliğidir. Onları birer mitoloji veya hurafeye tarihsel bir zemin olarak istinat ettirme ne kadar ve nasıl okunursa okunsun istenen netice ve maksat elde edilemez.
Ahlak krizi ve buhranı içindeki insanlığın beklentisi, arkeolojik araştırmalarla beraber Hz. Nuh'un getirdiği ahlaki değerlerin "Asrın idrakine" sunulmasıdır. Hz. Nuh'un kıssası dâhil geçmiş topluluklara ait kıssalarda öne çıkan esas unsurun toplumda "İlahi bir ahlakın inşası" olduğu görülmektedir. Sosyal hadiselere ilişkin hususlar değişkenlik gösterirken ahlaka ait değerler evrensel olma özelliğine sahip "Sabiteler" olabilmektedir. Mesela; başta Hz. Nuh olmak üzere bütün peygamberlerin ortak mesajlarında "Emniyet, güven" konusu değişmez bir sabite ve değer olarak aktüel değerini korumaktadır.
Modern dünyanın inşasında Müslüman kişiliğin kullanacağı ve kendisi dışındaki dünyaya da vereceği tek haslet ahlak olabilir. Çünkü günümüz dünyasının ençok hasret çektiği husus ahlaki yozlaşmadır. Bu sadece bölgesel değil, küresel çapta eksikliği hissedilen bir husustur. Küresel ısınmadan, çevre sorunlarına, açlık ve yoksulluktan, eğitimsizlik ve cehalete, temel hak ve hürriyetlerin ihlalinden terörizm ve savaşlara varıncaya kadar bireysel, toplumsal ve uluslararası ölçekte karşı karşıya kalınan pek çok sorun, aslında, çağımız insanının yaşamakta olduğu "ahlak bunalımı"ının çeşitli alanlardaki yansımalarından ibarettir. Yaşanmakta olan geleneksel ahlak normları ile dramatik sorunlarla baş etmek mümkün görünmemektedir. Manevi değerlere karşı duyarsız olan bir dünyanın kaotik bir ortamdan kurtulma şansı görünmemektedir. İnsanlığın içinde bulunduğu durumu aşılmaz ve çözülmez olarak görmeyip Hz Nuh'un evrensel mesajı başta olmak üzere, (Hz. Nuh üç semavi dinin metinlerinde geçen ortak bir değerdir) bütün peygamberlerin semavi sofralarından istifade edilmelidir. Bunların ortak paydasında yeni bir "Ahlak teolojisi" inşasına çalışılmalıdır. Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Mekarim-i ahlakı tamamlama" işlevi çağa yeniden sunulmalıdır. Bunu yaparken de elbette çağa tanıklık eden bizlerin gözlerimizi ne geçmişe çevirerek nostaljiye kapılma ne de uzaklara dikip umutsuzca ufka dalma lüksümüz vardır; aksine diyalektik bir geçirgenlikle çağı doğru okuyarak ahlakı, ahlakı doğru okuyarak çağı anlamaya girişme sorumluluğumuz vardır. Yaşanmakta olan ahlak bunalımının din dışında/din dışlanarak oluşturulması halinde anarşizm hatta nihilizm gibi açmazlara kapı aralar. Hz. Nuh başta olmak üzere bütün peygamberlerin getirdiği evrensel mesajın ahlaki bir toplumun inşasında hayati önem kazanmaktadır. Hz. Nuh (a.s.)'in getirdiği mesajın insanlığa bir çıkış getirmesi manevi değerlerin yeniden gündeme alınması hususunda entelektüel bir misyon olarak önümüzde durmaktadır. Bütün semavi din mensupları nasıl ki gemisini "Görünür kılma" çabası içine giriyorsa aynı ortak çalışma ile ahlakı da görünür kılınmalıdır. Çünkü insanlığın binebileceği başka da bir gemi bulunmamaktadır. Hz. Nuh'un "Ya Rabbî beni, annemi, babamı ve evime mümin olarak girenleri, erkek ve kadın bütün müminleri affeyle. O zalimleri ise, daha da beter eyle, daha da perişan eyle!" duasına bütün insanlığın kulak vermesi zamanıdır.
Birçok problemin küreselleştiği bir dönemde ahlaki bakımdan da çözüm getirilmesi gereken çözümlerin de evrensel boyutta olması gerektiği aşikârdır. Bu da ilahi mesajlara karşı her zamankinden daha çok duyarlı olunması gerektiğini göstermektedir. Bunu temin ve tesis etmenin yolu da toplum yapısında yapılan faaliyetlerde en az ritüel kadar hatta ondan daha çok ahlaka vurgu yapılması ile mümkün görünmektedir. Yoksa toplumda baş gösteren ahlak bunalımının aşılması zor olsa gerektir. Bu da tıpkı Hz. Nuh'un yaptığı ve müstakil bir sureye isim olarak verilen "Ömürlük mücadeleyle" başarılabilir. Aksi halde her şeye fiyat biçen bir topluma değerden nasıl mahrum kaldığının hikayesi tekerrür eder. Goethe'nin dediği gibi: "Geçmişi anlamayanlar onu yeniden yaşamaya mahkûm olurlar." Tuğyanın önü alınmazsa tufanlarla, farklı formlarla karşılaşılır. Her tufan, değeri fiyata feda edenler için bir yok oluş ve felaket, tercih edenler için bir kurtuluş ve nimettir. Tufan toprak için bir abdest, toplum için de bir arınmadır. Hz. Nuh'u kendimize çağdaş kılmadığımız zaman insanlığın yok oluş destanı "Bardaktan boşanırcasına dökülen bir su ile sema kapılarını ardına kadar açtık" şeklinde dillendirilen mesaj modern dünyaya da bu kapıların tamamen kapanması ile tezahür eder. Geçmişte Nuh'un gemisine binenler rotasını doğru çizmiştir. Modern dünyanın insanı kutsal metinlerin "Yol haritasına" her zamankinden daha çok muhtaçtır. Bu da sağlıklı bir iman ve ahlak toplumu inşası ile mümkündür.
Ahlak ve Toplum İlişkisi
Cenab-ı Hak tarihi süreçte "...Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinde bir uyarıcı çıkmamış olsun" diyerek uyarılmayan hiçbir toplumun bulunmadığını anlatır. Bunu da toplum için olmazsa olmaz bir bilgilendirme süreci olarak ortaya koyar. Çünkü bilgilendirilmeyen toplumların mazur olacaklarını Allah "...Biz peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız" diyerek peygamberlerin toplumları bilgilendirme sürecine dikkat çeker. Toplumların doğruyu bulmada aklın gıdası olan bilgiye ihtiyaç duyduğuna vurgu yapar. Fakat toplumu bilgilendirme sürecinde fertlerin "Bilgi yetersizliğinden" ziyade "Ahlaki yetersizliğinin" daha da görünür olduğu bir vakıadır. Hz. Nuh'un kavminde dikkat çekilen husus toplumun "Ahlaki yozlaşmasının" maksimum seviyede olduğudur. Bunlar; toplumun elit tabakasının baskısı, insanların ilahi vahye ilgisiz kalması, toplumda sınıflaşmanın ortaya çıkarılması, seçkinlerin farklı statü talepleri, insanlara "Ayak takımı"/erazil, diyerek küçümsemeleri, hakikati inkâr, cahil, kaba ve hoyratça tavır sergilemeleri, beşer gücünü aşan imkânsız taleplerde bulunma, dünyevileşme, tehdit, gemi inşasında "Hani deniz!" diyerek peygamberle alay etme... Halbuki gemiyi inşa edenlerin imdadına Allah denizi yetiştirir. Bunlar ahlaki yapının yozlaştığını ve çürümüşlüğünü gösteren birkaç husustur. Bütün bu hususlara bakıldığında günümüz toplumlarında da etiğin problem olarak öne çıktığı görülmektedir. Geçmişten günümüze kadar insanların zaafları hep olagelmiştir. Bu sebepten insanı medenileştirici bir disiplin ve tavır olarak ahlaki normları toplumun olmazsa olmaz esasları olarak görmek gerekir.
Toplumu sadece bir iktisadi kalkınma olarak görmemek gerekir. Bir toplum maddi kalkınmaya paralel olarak manevi tekâmülü de ele alınmazsa o toplumun yıkılışının önüne geçilemez. Kur'an-ı Kerim bu hususa şöyle dikkat çeker: "Onlar dünyayı hiç dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce yaşayanların akıbetlerinin nasıl olduğuna bakıp anlasınlar? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. Toprağı altüst etmiş, sular, maden, ekin gibi nimetlerden yararlanmış ve şimdikilerin yeri imar edişlerinden daha fazlasıyla imar etmişler, resulleri de kendilerine aşikâr, parlak deliller getirmişlerdi. Ama hakikati reddettiler ve sonuçta yok olup gittiler. Allah onlara asla zulmetmedi, lakin onlar kendi öz canlarına zulmettiler" diyerek yeryüzünün imar edilmesine dikkat çekilmektedir. Toplumu ayakta tutan maddi unsurların yanı sıra manevi kanadı hesabı alınmayan toplumların ve toplulukların hayatiyetleri uzun süreli olmadığı yönü dikkate alınmalıdır. Kur'an-ı Kerim: "Hiç dünyada dolaşıp da kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı? Onlar gerek kuvvet, gerekse dünyada bıraktıkları eserler yönünden kendilerinden daha güçlü idiler. Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle yakalayıp cezalandırdı ve Allah'a karşı kendilerini koruyan da çıkmadı" diyerek bıraktıkları ve günümüzde bile ulaşılmaz "Harika" diye adlandırılan eserler de bıraksalar yıkılıp tarihin arşivinde kalmaya mahkûm oldular. Maddi otorite ve imkân tek başına hiçbir toplumu ayakta tutmaya yetmemiştir. Çünkü peygamberler toplumların maddi yükselişlerini sağladığı gibi manevi terakkiyi de temin ve tesis ederler. Modern dünyanın en büyük handikapı maddi yükselişin destanı yazılırken Peygamberlerin getirdiği evrensel soluklara ve mesajlara kulak tıkamalarıdır. Yok oluş sürecine giren ve gösterilen kurtuluş yollarına girmeyerek, kendilerine tanınan yanlıştan dönme sürecini de tüketen toplumlar için, artık bütün geri dönüş yolları tıkanmıştır. Bu da geri dönülmez yıkımlara yol açmaktadır. Şiddet ve cinayetler, intihar olayları, alkol ve uyuşturucu kullanımı, dışlanmışlık ve yalnızlık, geleneksel aile yapısının bozulması, yabancılaşmak, çevre kirlenmesi ve sağlık sorunu, su ihtiyacı sorunu, ormanlık alanların yok edilmesi, eğitim alanındaki eşitsizlik, sağlık alanındaki eşitsizlik, sosyo ekonomik adaletsizlik... gibi hususlar "Küresel ahlak" kavramının inşasına sebep olmuştur. Bütün bu sorunlar toplumların "Kendi kapılarının önünü temizleyerek" çözüm üretmesi söz konusu değildir. Küresel boyuttaki problemlere, peygamberlerin getirdiği evrensel değerlerle çözüm aramak kaçınılmaz hal almıştır. İdeolojilerin diskalifiye olduğu bir süreçte metafizik formüllerin hayata daha aktif şekilde devreye sokulması insanlık için bir kazançtır. Getirdiği değerlerle bütün inançların ortak mirası olma özelliğine sahip Hz. Nuh (a.s.)'in getirdiği evrensel mesajın böyle özelliği mevcuttur.
Nuh Suresi ve Nuh'un Kavmiyle "Ömürlük" Mücadelesi
Nuh suresi Mekke'de nazil olan surelerdendir. Bu sure Nuh (a.s.)'in getirdiği ve insanlığa anlattığı mesajları anlatmada ayrı bir yeri olan ve sadece Nuh (a.s.)'ın ömürlük mücadelesinin anlatıldığı tek süredir. Peygamber isimleri anılan diğer surelerde adı verilen peygamberlerle beraber başka peygamberlerin mücadeleleri ve müşahedeleri anlatılırkens Nuh suresinde bütün olarak Nuh (a.s.)'dan bahseder. Sûrede Hz. Nuh ile gönderildiği toplum ilişkilerinin detaylarına dikkat çekilir. Bu da Nuh (a.s.)'in mesajlarının önemini gösterir. Nuh sûresinde Mekki sûrelerde olduğu gibi, kutsala olan saygının yerleştirilmesi, tevhit inancının toplum yapısında oturtulması, put isimleri; "Ved, Süva, Yeğus, Yeuk, Nesr", şeklinde verilerek, toplumda meydana getirebileceği tahribattan dolayı bunlardan uzaklaşılması gerektiği anlatılır. Bunu yaparken de her fırsatta "Kesintisiz" bir faaliyetin yapıldığı "Gece, gündüz" demeden yürütüldüğünün altı çizilir. Muhatapların yapılan bu "Seferberliği" duymazlıktan gelerek kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapatmaları, hakikatin ortadan kaybolmasına imkân vermez. Nuh sûresi Nuh (a.s.) ilahi vahye dayanan çağırıyı etkin ve etkili bir şekilde ilk tebliğ eden bir peygamber olması hasebiyle dikkat çekicidir. Aynı zamanda yaşadığı süreçle ilgili rakamsal ifadeler verilen tek peygamber Nuh (a.s.)'dir. Kavmine olan hem duası hem de bedduasının da zikredildiği yirmi sekiz ayetlik ve aynı zamanda ömürlük mücadelesi anlatılan peygamber ismi ile isimlendirilen bir suredir.
Hz. Nuh ve evrensel mesajı uluslar arası alanda halen popülaritelerini koruyan ve üzerinde en çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Bu sebepten geçmişten günümüze "Kültürler arası köprü" olmada önemli bir fonksiyon görebilir. İnsanlık tarihinin (m. .) iki bin veya dört bin yıllarında dünyaya gelmiş, insanlık tarihinde yozlaşan toplumsal yapıyı, başta ahlaki olmak üzere, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yönden değiştirmeyi amaçlayan misyon sahibi ilk insan/peygamber olarak bilinmektedir. İlk peygamber Hz. Adem olmasına rağmen Hz. Peygamber (s.a.v.)'in temsil ettiği vahiy geleneği nebilerin atası olarak kabul edilen Hz. Nuh'a dayandırılmaktadır.
Hz. Nuh Allah Teâlâ tarafından nübüvvetle görevlendirilen bir peygamberdir. Hz. Nuh'un adı Kur'an-ı Kerim'de kırk üç defa tekrar edilmiştir. Kur'an'da mursel, resul, apaçık uyarıcı, mübarek, muhsin, şükreden gibi özelliklerle anılan ulu'l-Azm peygamberlerdendir. Hz. Adem'den sonra Ebu'l-Beşer es-Sani olarak anılır. Peygamberler tanıtılırken ilk sırada Adem (aleyhiselam) ikinci sırada da Hz. Nuh (aleyhiselam) zikredilir. Kur'an-ı Kerim peygamberlik zincirini anlatırken risaleti ve ilk vahyi Hz. Nuh ile başlatarak O'nu ilk sıralara yerleştirir. "Nuh'a ve ondan sonraki nebîlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına, Îsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik" der. Ayette ilk defa Hz. Nuh'un isminin zikredilmesi Allah tarafından ahkâm-ı şeriyye ile teşri kılınan ilk peygamber olması olduğu söylenmektedir.
Hz. Nuh tebliğinde endişe duyduğu kutsalın hayattan dışlanması hususu günümüzde de aktüel değerini korumaktadır. Kur'an-ı Kerim bunu şöyle anlatır. "Gerçek şu ki, Biz Nûh'u kendi toplumuna gönderdik: "Ey kavmim!" dedi, "yalnızca Allah'a kulluk edin: O'ndan başka tanrınız yok çünkü. Doğrusu, dehşet ve azabıyla büyük bir gün'ün gelip sizi bulmasından korkuyorum ben!" diyerek yaşadığı dönemde yerleştirmek istediği temel esas/yapı emniyetin tesisi idi.
Güven İlkesi ve Toplumla İlişkisi
Hz. Nuh (a.s.)'in gönderildiği topluma bakıldığında Peygamberlerinin kendilerini kesintisiz ve sürekli olarak Allah'a kulluğa davet ettikleri fakat toplum fertlerinin inat ederek iman etmekten kaçındıkları anlaşılmaktadır. Toplumun peygamberlerine maddi ve manevi baskı uyguladıkları statükocu tavırlarından vazgeçmeyip, toplumu değiştirecek vahyin esaslarına sırt çevirdikleri gözlenmektedir. Hz. Nuh (
(a.s.)'ın yaşadığı toplumda güven duygusunun zayıfladığı ve insanların birbirlerine karşı güvensizlik yaşadıkları görülmektedir. Bu durum toplumda huzursuzluğa ve kargaşaya neden olmuştur. Hz. Nuh (a.s.)'ın mesajı, toplumda güven duygusunu yeniden tesis etmek ve insanları birbirlerine karşı dürüst ve adil olmaya teşvik etmekti. Çünkü güven duygusunun olmadığı bir toplumda insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı duyması mümkün değildir. Güven duygusu, toplumun temelini oluşturur ve insanların birlikte yaşamasını kolaylaştırır.
Hz. Nuh (a.s.)'ın yaşadığı toplumda olduğu gibi günümüz toplumlarında da güven sorunu yaşanmaktadır. İnsanlar birbirlerine karşı güvensiz davranmakta ve bu durum toplumda huzursuzluğa neden olmaktadır. Özellikle ekonomik alanda yaşanan güvensizlik, insanların birbirlerine karşı dürüst davranmamasına ve haksız kazanç elde etmeye çalışmalarına neden olmaktadır. Bu durum toplumda ahlaki çöküntüye yol açmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de güven duygusunun önemine dikkat çekilerek şöyle buyurulmaktadır: "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin." Bu ayet-i kerime, müminlerin birbirleriyle kardeş olduklarını ve aralarındaki sorunları çözerek birlik ve beraberlik içinde yaşamaları gerektiğini vurgulamaktadır. Kardeşlik hukukunun tesisi de ancak güven duygusunun toplumda hâkim olması ile mümkündür.
Hz. Nuh (a.s.)'ın mesajı, günümüz toplumları için de büyük önem taşımaktadır. Toplumda güven duygusunu yeniden tesis etmek ve insanları birbirlerine karşı dürüst ve adil olmaya teşvik etmek gerekmektedir. Bu ancak ahlaki değerlere önem vermekle ve insanları bu değerlere uygun davranmaya teşvik etmekle mümkün olabilir. Güven duygusunun hâkim olduğu bir toplumda insanlar birbirlerine karşı sevgi ve saygı duyarlar, birlikte yaşarlar ve sorunlarını kolayca çözerler. Böyle bir toplumda huzur ve mutluluk hâkim olur.
TOPLUMU BİLGİLENDİRME SÜRECİNDE “SÜREKLİLİĞİN” ÖNEMİ
Günümüz dünyasında, son on beş yılda üretilen bilginin, ilk insandan günümüze kadar üretilen bilgiye denk olduğu ifade edilir. Hz. Nuh (a.s.)’ın toplumunu bilgilendirme süreci hakkında Kur’ân-ı Kerîm şu bilgiyi verir:
“Çok önce Biz Nûh’u halkına elçi olarak gönderdik. O da aralarında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Neticede onlar zulümlerine devam ederken tufan onları boğdu.” (Kur’ân-ı Kerîm, Ankebût 29:14)
Kitâb-ı Mukaddes’te ise şu bilgi yer alır:
“…Nuh, tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı. Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü.” (Tekvin 9:28-29)
Böylece, asırları aşkın bir sürede gönderildiği toplumu ayakta tutmak adına onları sürekli olarak ikaz etmiştir. Nuh Sûresi’nde, Hz. Nuh (a.s.)’ın toplumunun olumsuz tavırlarından dolayı Allah’a şikâyette bulunduğu süreç şöyle anlatılır:
“Biz Nûh’u kendi toplumuna peygamber olarak gönderip: 'Gayet acı bir azap başlarına gelip çatmadan önce halkını uyar!' dedik.
O da: 'Ey benim halkım! Ben size gönderilen kesin bir uyarıcıyım. Şöyle ki: Yalnız Allah’a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki, sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın. Çünkü Allah’ın takdir ettiği vâde gelince, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!'
“Ya Rabbî!” dedi Nûh, *'Ben halkımı gece gündüz dine davet ettim. Ama benim davetim, onların sadece daha çok uzaklaşmalarına yol açtı.'” (Kur’ân-ı Kerîm, Nuh 71:1-6)
"Her ne zaman onları bağışlaman için çağırdıysam, onlar parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar, esvaplarıyla örtündüler, direttiler ve çok kibirlendiler.
Ben ise bu sefer onları yüksek sesle davet etmeye başladım. Daha sonra onları gâh açıkça çağırdım, gâh sessiz sedasız bir davet yönelttim; her türlü yolu denedim."
Hz. Nuh (a.s.), toplumu bilgilendirmek için gönderildiğinde onları uyarmış, ancak onlar yapılan uyarılara kulak asmamışlardır. Fakat mekân ve zaman gözetmeden, her yerde ve her zaman insanları bilgilendirme sürecine devam ediyordu.
Bu, adeta toplumu bilgi toplumu yapma adına "seferberlik ilanı" anlamına geliyordu. "Kesintisiz bir bilgilendirme süreci" platformu oluşturulmazsa, istenen netice elde edilemez. Hz. Nuh da şikâyetini ilettiği kapıdan cevabını almıştı!
Azgınlığın Tufan/Su ile Cezalandırılması
Hz. Nuh’un kavminin şahsında yapılan uyarı, bütün insanlığa yapılan bir uyarıdır. Yukarıda ifade edildiği üzere, “tuğyanın” olduğu her yerde farklı formlarla “tufan” hep olagelmiştir. Fakat evrensel mesaj, aynı sürede dört defa tekrarlandığı gibi:
“…Var mı düşünen ve ibret alan?”
Hz. Nuh, gönderildiği toplumu şöyle uyarıyor:
“Dedim ki onlara: Rabbinizden af dileyiniz. Zira O Gafur’dur. Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin. Size mal ve evlat ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasip etsin.”
“Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah’ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?”
“Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı? Gökte ayı bir nur, güneşi ise lamba yaptı. Allah sizi yerden nebat bitirircesine bitirip yetiştirdi. Sonra sizi tekrar oraya gönderip, yine sizi oradan çıkaracaktır. Allah yeri size bir yaygı yaptı ki onun geniş yollarında yürüyebilesiniz.”
Cenab-ı Hak, Nuh (a.s.) kavminin kendi kapısında yaptıkları negatif davranışlarının yanlışlıklarını itiraf etmesini istemektedir. İstiğfar, insanın kendi kusurlarını kabul etmesidir. Allah, kendilerini hiç yoktan yaratan Rabbinin büyüklüğünü takdir etmelerini kullarından istemektedir.
Bunlar yapılmadığı zaman rahmet ve hayat kaynağı olan su, zahmet ve azaba dönüşebilir. Tıpkı zahmetlere kaynaklık eden ateşin, Hz. İbrahim için selamete/rahmete dönüşmesi gibi:
“…Ey ateş! Ağır ol! İbrahim’e karşı serin ol.”
Cenab-ı Hak, Hz. Nuh’un kavmine şöyle seslenmektedir:
“Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin. Size mal ve evlat ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasip etsin…”
diyerek onlara kurtuluş yollarını gösterirken, onlar “İstiğfar” etmeyerek sûrenin başında ifade edildiği üzere “…Gayet acı bir azap başlarına gelip çattı…” (85) ifadesiyle karşılaştılar. Bu da onlar için çıkmaz bir yol oldu.
Günümüz insanına da aynı “acı azapla” karşılaşmaması için “çıkış kapısı” olarak gösterilmektedir.
Hatta Hz. Ömer (r.a.), kıtlık sebebiyle yağmur duasına çıktığında istiğfar etmekle yetinmiş. Etraftan, “Yağmur için dua etmediniz?” diye sorulunca, “Ben semanın yağmur gelen kapılarına vurdum.” (86) buyurmuş, sonra da “…Mağfiret dileyin ki Allah üzerinize bol bol yağmur indirsin.” (87) ayetini okumuştur.
Hasan-ı Basri’nin meclisinde bir şahıs kuraklıktan şikâyet etti. O da “İstiğfar et.” dedi. Başka biri mali sıkıntılardan, bir diğeri çocuğunun olmadığından, bir başkası arazisinin verimsizliğinden dertlenince, onlara da aynı şeyi söyledi.
Etrafındakiler bunu garipseyince şu ayetleri okudu (88):
“Rabbinizden af dileyiniz. Zira O, Gafûr’dur. Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin. Size mal ve evlat ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasip etsin.” (89)
Yağmur duasına çıkıldığında bu ayetin okunmasının müstehap olduğu ifade edilir (90). İstiğfar etmeyecekleri için gayrimüslimlerin götürülmesi uygun görülmemiştir. İstiğfar etmeyen ve kuruyan kalplerle, kuruyan topraklara yağmur gönderilmez.
Allah, “Kim de benim uyarıcı mesajlarımdan yüz çevirirse, iyi bilsin ki onun hayat alanı daraldıkça daralacak…” (91) diyerek, hayatın bütün boyutlarıyla insanların kriz ve kaoslardan çıkmasının, Allah’ı “hayatın merkezine” koymaktan geçtiğini anlatır.
Bu durum, Hz. Hud (a.s.)’ın dilinde şöyle ifade edilir:
“Ey halkım! Haydi, Rabbinizden af dileyin, sonra O’na tövbe edin, O’na dönün ki gökten size bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın. N’olur, yüz çevirip suçlu duruma düşmeyin!” (92)
Böylece sema-yer ilişkisine denge kazandırılmakta, aksi hâlde kaybeden insan olmaktadır.
Hâlbuki Cenâb-ı Hakk’ın dediği gibi:
“Oysaki eğer bu ülkelerin insanları inansalar ve sorumlu hareket etselerdi, onlara göklerin ve yerin bereketini ardına kadar açardık. Fakat yalanladılar. Bunun üzerine biz de yaptıklarından dolayı onları kıskıvrak yakaladık.” (93)
Bu uyarıya kulak asmayıp inkârda direnenler, Nuh kavminin akıbetiyle karşılaşırlar.
Cenâb-ı Hak, tarihi süreçte geçen bütün topluluklara uymaları gereken ikazı şöyle yapıyor:
”Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rab’leri tarafından kendilerine indirilen Kur’ân’ın hükümlerini hakkıyla yerine getirselerdi, muhakkak ki yukarıdan yağmur gibi yağan ve yerden biten nimetler içinde kalır, onlardan yerlerdi”
Yorumlar
Yorum Gönder