→İlk andan itibaren vahyolunun ayetlerden başlayarak risalet sürecinde vahyolunan ayetlerle bildirildi ki, her mümin, Allah'ın razı olduğu yegâne dinin temsilcisi sıfatıyla yoluna devam etmek ve bütün engellemelere rağmen yeryüzünde hakkın temsilcisi olmak zorundadır.
Hakkın temsilcisi olmak ise sadece söylemle gerçekleşecek veya sadece isim değişikliğiyle olacak bir şey değildir. Hakkın temsilcisi olmak tamamen yaşantıyla, hâl ve hareketlerle bağlantılıdır.
Bu nedenle bir müminin nasıl hakkın şahidi olacağı, her seferinde farklı bir tutum veya davranış örnek verilerek gösterildi, bildirildi, emredildi. Örneğin her müminin, çevresindeki yetime, öksüze, düşküne, yoksula yardımcı olması, onların ihtiyaçlarını imkânları nispetinde gidermeye çalışması gerektiği açıklandı.
Bildirildi ki, her mümin ekonomik gücü dahilinde infakta bulunmalı, kendisini bütün kötülüklerden alıkoyan namazını ikame etmede ihmalkâr davranmamalı, kulluğunu sadece Allah'a yöneltmelidir.
Kâfirlerin, müşriklerin yaptığı gibi insanları ırklarına, cinslerine, sahip oldukları imkânlara göre ayırıp bunlara göre değerlendirmek, insanları aşağılamak bir müminin yapabileceği şeyler değildir.
Gurur, cimrilik, mal makam tamahkârlığı, nankörlük, boş işlerle uğraşmak bir müminde bulunmaması gereken özelliklerdir.
Her mümin bu ve benzeri her türlü kötü, yanlış özelliklere, tutum ve davranışlara sahip olmaktan özenle kaçınmalıdır.
Bir mümin olumlu, güzel şeylerin yaşayan bedeni olurken, bu özelliklere niçin sahip olduğunun bilincinde olmalı, kendisini böyle davranmaya sevk eden İslâm'ı uygun dille başkalarına anlatmalıdır.
Kötülüklerin sonunun ne olduğunu hatırlatmalı, açıklamalıdır. Fakat bunları da kendi kafasından yöntemler geliştirerek değil, bizzat Kur'an'a göre davranarak yerine getirmelidir.
Kur'an, her zaman başucu kitabı olmalı, onunla olan irtibatını hiç kesmemelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder